info@cavdarhisarevi.com

Penkalas kıyısındaki soğuk zamanların başladığı bir Kasım akşamı, “zaman ne kadar da hızlı ve dört yıl nasıl da akıp geçti!” diye düşünmek için çok uygundu. Biraz daha yerde durmasını istediğim, kışın ilk buzlu gecesinde yarısından fazlasının kapımın önünü örttüğü ceviz ağacının yaprakları da, çoktan toplanmıştı.

Hafızamda hep taze kaldı. Bize belki de yılın en güzel ışığını iki gün üst üste veren Kaçkar Dağlarından Artvin’e yolculuğumuz, delice yağan yağmurlar nedeniyle Kütahya’ya doğru yönünü değiştirdiğinde, 2016 Ekiminin son günlerini yaşıyorduk. Bizden habersiz, tarlaların arasında belki bin yıldan fazladır tuttuğu nöbetine eşlik eden binlercesinin de komşuluğuyla yolumuzu buralara düşüren, bir ardıç ağacıydı! O günden beri onlarca kez, yaz, kış, gündüz, gece gittim yanına. Nedendir bilmem, ama o ilk gidişimizdeki kadar keskin bir rüzgârla hiç karşılamadı beni ve dostlarımı.

Kadim ağaçların izlerini sürdüğümüz, onların şahitliğinde geçen yılların izlerini takip ettiğimiz, aynı adlı belgesel filmin üçüncü ve dördüncü bölümü için geldiğimiz Çavdarhisar’da, akşam yemeğimizin tadını da o ulu ardıç ağacının meyveleri tatlandırıyordu. Sonraki bölümlerde, tek bir tanesi bile nefesimizi açmaya yetecek, karlı bembeyaz tepelerde, kuru dalların üzerindeki dikenlerin arasında birer alev gibi duran kuşburnu meyveleriyle harmanlanıp, günü tok ve güçlü hissettireceklerdi. Ama az önce dediğim gibi, aralarından birkaçı Kütahya’daki ilk akşam yemeğimizin beklenti dışı tatlarından biri olacaktı.

Olasılık dışı şekilde, geç bir sonbahar gününde Aizanoi’daki Zeus Tapınağı’nın girişinde karşılaştık Elif Hocayla. Evraklarımız, bürokrasinin dijital ortamlarındaki yolculuğunda neredeydi diye sorgularken, ana tanrıça Kybele’nin yani Ayzanoylu adıyla Meter Steunene’nin, Çavdırlı adıyla Aba Sultan’ın yurdunda, kazı ekibinin ana figürü Elif Özer’in “Hoş geldiniz!” sesiyle evrak yolculuğundan uyandık. Sonraları kaldıkça Çavdarhisar’da, kazı ekibini de bir ana şefkatiyle tatlı sert sarıp sarmalayan o figürün, yörenin kadınları için yapmaya çalıştıklarını da görme fırsatımız oldu.

İlk güne geri dönersek, bize sınır koyan en önemli ayrıntı, yalnızca bir mekânda konuşmaya vaktimizin olduğuydu ve bunun da Meter Steunene’deki Taurobolyum olmasının kaçınılmazlığıydı. Elif Hoca, Hatice Hoca ve Murat Hocanın beni ve Ercan Hoca’yı binlerce yıl öncesine sürüklediği yamaçta, birden bire görüntü yönetmenimiz Sedat Açıl’ın sesi duyuldu. “Herkes mikrofonlarını açsın kayıttayız!”. İştahla dökülen cümleler, Kadim ve Aizanoi ekiplerinin derin bir bileşimiydi ve kayıt altına alınmalıydı Sedat’a göre.

Günbatımında yönetmenimiz Kağan Özdemir’in “kayıttan çıktık!” sözünü duyduğumuzda, çoktan önümüzdeki yaz Ayazanoy’daki buluşmanın sözleri verilmişti.

Augustus’un ayında Antik Roma Kentinde

Ercan ve Kağan’la, Frigya’nın başkenti Gordion’u ve yol üzerinde Pessinius’u geçerek, su perisi Erato ve Kral Arkas’ın kentine bir akşamüstü ulaştığımızda, kocaman kapılı bir evin, mavi çerçeveli pencerelerinden dışarı, neşeli sesler yükseliyordu. Kapılar açılıp, kazı evinin avlusuna girdiğimizde, takvimler ve saatler zihnimizden çoktan silinmişti. Sundurmanın altındaki karşılıklı koltuklar sanki bizi zamanda yolculuğa kabul eden Cicero’nun koridoruydu. Kim bilir kaç kere ve kaç ustanın ellerinde başka çağların duvarlarını oynayan taşlarda yankılanıyordu sözleri: “Omnium Rerum Principia Parva Sunt!” Evet! Her büyük işin, küçük bir başlangıcı vardı ve o koridordan geçmek için attığımız birkaç adım, aşılacak büyük mesafelerin ilk heyecanıydı.

Ertesi sabah, kazı evinin avlusunda sıradan bir güne başlangıç vardı. Nöbetçiler kahvaltıyı hazırlamış, erken saatte büyük bir enerjiyle bahçedeki çıngırak çalınmıştı. Antik çağın şans timsali, bereketli bir kazı gününü çağırıyordu.

Ekiple birlikte Aizanoi Batı Nekropolünü geziyor ve binlerce yıl önce yeryüzüne veda eden Ayzanoylulara eşlik eden ağaçlara dokunuyoruz. Her şeyi örten güzel ve baskın kokusuyla Ardıç mı?  Attis’in ruhunu taşıyan Karaçam mı? Yoksa bütün sırlarıyla, bize Prometheus’un ışığını hediye ettiği meşe ağacı mıydı, dokunarak konuştuğumuz? Nihayetinde, sonlu hayatın anlamını sorgulamak ve geçip giden zamanı solumak için elimizdeydi işte! Takvimi donduran o izler, yeryüzünün hiç görmediği kadar soğukla buluşup, gözle görülmeyen bir perinin saçlarını süsleyen tüller gibi incecik bir kâğıda isimlerini yazacaktı. Literatür için bilimsel bir veri, Penkalas kıyısında yolculuk yapan bizler içinse ipeğe yazılmış bir mesajdı, yaşamını bir Ayzanoylu olarak tamamlamış birinden.

Fotoğraf makinesinin icat olduğu yüzyılın anılarına göz atınca, Çavdarhisar’ın bu kadar da yeşil olmadığı ilk anda dikkatini çekiyor insanın. Usul usul akan Kocaçay, suyunu eski kaynağından değil, onu gizli gizli besleyen incecik derelerinden, yerden süzülüp gelen berrak damlalardan topluyor artık. Buna karşın bir o kadar yeşil ve çeşitli. Kara Leylekler, çeşit çeşit Balıkçıl kuşları, Balık Kartalları ve daha nicesi, sazlara eşlik eden çeşit çeşit bitkiyle kilometreler boyu uzanan söğütlerin, kavakların, güvemlerin arasında yaşayıp, Çavdarhisar’ın Eskiköy’üne yani Ayzanoy’a komşuluk ediyorlar.

Omnes Una Manet Nox – “Hepimizi bekleyen aynı gecedir”

Doğa, var oluşundan beri hep aynı şeyi yapıyordu. İnsanı yeryüzünde ayakta tutan şeylerle, yeryüzünden uğurluyordu. Bir tohumun hafızasında yazılıydı bütün olacaklar. Kabuklarının deseni nasıl olacaktı? Kökleri yerin altında ne kadar büyük bir dünyaya sahip olacaktı? Meyvesinin tadı, yaprağının rengi, odununun kokusu ve hatta hangi kuşların onu daha çok seveceği… Hepsi yazılıydı.

Ateşiyle yeryüzünden uğurlayan da dallarıyla Hades’in en özel ev sahipliğini yapan da oydu.

Ocak, 2021

Share:
Kış - Hafta Sonu
12.00 – 17.00
Kış - Hafta İçi
Kapalı
Bahar - Hafta İçi
11.00 – 18.00
Bahar - Hafta Sonu
11.00 – 18.00
Yaz - Hafta İçi
11.00 – 19.00
Yaz - Hafta Sonu
10.00 – 20.00
Güncel Yazılar
İletişim
Meydan Mahallesi
Şerif Ahmet Evkaya Sokak No.25
Çavdarhisar - Kütahya

Copyright @ 2024